29 Mart 2012 Perşembe

Hayal mi gerçek mi ben şaştım.

Bir kavramı farklı sözcüklerle ifade ettiğimiz olur. Eş anlamlı sözcükler var mesela. Bazen de bir kavramı farklı sözcüklerle ifade ederiz, bir eylemi farklı fiillerle anlatırız ama o sözcüklerin aslında aynı kavramı ifade ettiklerinin ya da o fiillerin aynı eyleme işaret ettiklerinin farkına varmak için damdan düşmek gerekiyor!

Biri bana neden hayal etmek ve rüya görmek gibi çok farklı şeyleri anlatıyorlarmış gibi iki ayrı fiilin olduğunu anlatabilir mi? Lütfen uykunun bölümlerinden falan bahsetmeyin. Gözüm kapalı ya da açık, bilinç düzeyinde zihnim çalışıyor ya da çalışmıyor, ne fark eder? Bilinçaltı diye bir şeyi bilmiyorken nasıl anlatıyorduk acaba hayal ederken ya da rüya görürken yaptığımız her ne ise "o"nu. Neden hayaller hep pembe hep geleceğe dönük de rüyanın kabusu var, karabasanı var, hangi zamana ait olacağı bilinemez? Bilinçli bir şekilde kabuslar kuramayacağımızı düşündüğümüzden mi? Hadi canım, en kötü kabusumdan bile kötü hayallerim oldu benim. Bir manyak ben değilim herhalde?!

Hem bir şeyin "ne" olduğuna hangi anda karar verilir? Diyelim pespembe bir hayal kurdum önümüzdeki haftasonuna ilişkin. Ama oldu mu sana o haftasonu tam bir karabasan! Şimdi bu bir hayal mi yoksa kabus mu? Buradaki ilişki geçişkenlik değil. Basbayağı hayal de rüya da karabasan da kabus da aynı şey! Kendini kandırmanın, kimseyi suçlamanın alemi yok. Kurmasaydın kardeşim, bana mı sordun?

Şimdi iyi uykular.

26 Mart 2012 Pazartesi

Seni Sevmenin Halleri

Anadilimi bildiğim gibi bilmek seni.
Nar’ı sevdiğim gibi sevmek,
Soluğunu duyumsar gibi öpmek,
Yolculuğa çıkar gibi beklemek.
Kokunu içime çeker gibi sarılmak sana.
Güneşli bir sabaha uyanır gibi varmak,
Var-ılacak olana gider gibi gelmek,
Haydarpaşa’dan İstanbul’a bakar gibi dalmak.
Denize dalıp gider gibi kalmak sende.
Kestane arar gibi dolaşmak,
Yılların bedenimde bıraktığı gibi iz bırakmak,
Hiç bulmamışım gibi kendimi kaybetmek.

Eksik bir şey mi var?

23 Mart 2012 Cuma

Öyle Bir Külkedisi

Kim olduğunu çok merak ediyordu.
Şehirdeki onca kadın arasından hangisi?
Yakında oturuyordu, biliyordu. Belki de her gün camın önünden geçiyordu.
Belki de karşılaşıyorlardı.
Aynı domatese uzanıyordu elleri belki salatalık malzeme alırken.
Dolmuşa binerken ona yol veriyordu belki.
Yoksa geçen gün asansörde gördüğü...
Bir yolu olmalı bu meraktan kurtulmanın.
Onca insandan onu ayıracak, "Benim!" dedirtecek bir şey.

Çareyi onun en sevdiği renkte bir atkı örmekte buldu.
Ona yollayacaktı hediye olarak.
Böylece bir sonraki karşılaşmalarında anında çıkarıverecekti onu kalabalığın arasından.
Saklanabileceğini mi sanıyordu?
Nice külkedisi hikayeleri yaşanmıştı nicedir.
Tersinden, düzünden, kıyısından, açığından.
Bilmemiş miydi?

19 Mart 2012 Pazartesi

File Çoraplı Maradona

Okuduğunu bile ancak hatırlıyordu. "Okumuş muydun?" diye soranlara "Hı hı, okumuştum." diyecek kadar.
Hayatı üzerinde bu kadar etkisi olmuş olduğunu, neredeyse kendisini daha iyi tanımasına olanak sağlayacağını bilseydi daha erken okurdu tekrar. Aklında kalan yalnızca, bir sergide gördüğü tablodaki kadına aşık olan ve aşkından kendini tüm dünyaya kapatan bir adamın hikayesiydi. Oysa bu hikaye ne farklı şekillerde yazılabilirdi. Akla gelebilecek kurgulardan en olmazı ise okuduğunu ancak hatırlayabildiği bu öykü.

Ne zamandır tekrar okumaya niyetlendiği bu kitabı, indirimli kitaplar arasında görür görmez almıştı. Epeyce bir süre masasındaki okunmayı bekleyen kitaplar arasında sırasını beklettikten sonra yolculuğa çıkarken okumak üzere çantasına koymuştu. Kendisini yol yorgunluğundan çok ruhsal bir buhran içinde bulacağından habersiz olduğu bu yolculuk için seçilebilecek en uygun kitap mıydı, tartışılır. Ama yaşamın onu çeken onun da çekilmekten memnun göründüğü güzergah düşünüldüğünde zamansız olduğu da söylenemez.
....

17 Mart 2012 Cumartesi

Şimdiden.

Hiç kurmayacağımı sandığım cümleler var.
Hiç duymayacağımı sandığım cümleler var.
Kendimi hiç içinde bulmayacağımı sandığım anlar var.
Benimle ilgili kurulacağını hiç sanmadığım cümleler var.
Hiç karşılaşmayacağımı sandığım insanlar var.
Hiç tanışmayacağımı sandığım insanlar var.
Hiç kaybetmeyeceğimi sandığım insanlar var.
Hep taşıyacağımı sandığım duygular var.
Bulunacağını aklıma getiremeyeceğim buluşlar var.
Kurulabileceğini hiç düşünmediğim kurgular var.
Yazılabileceğini hiç düşünmediğim kitaplar var.
Anlatılabileceğini hiç düşünmediğim hisler var.
Yapmak zorunda kalmayacağımı sandığım işler var.
Öğrenmek zorunda kalacağımı hiç sanmadığım çözümler var.
Dı.
Dı.
Dı.
Dı.
Dı.
Dı.
Dı.
Dı.
Dı.
Dı.
Dı.
Dı.
Her şey yerli yerinde.

12 Mart 2012 Pazartesi

Coşku

Coşkunun bundan daha saf bir hali olabilir mi?
Sevdiğinin elinde bir kitap, uzanmış, başı senin kucağına oturmuş.
Senin de elinde bir kitap, şiir. Kah okuyorsun kah gözlerinin görebildiğine kadar onu izliyorsun.
Saçlarını, alnını, burnunu, yanaklarını, dudaklarının bir kısmını.
Kitabı tutan parmaklarını, gergin kollarını.
Hiç sıkılmadan, defalarca, anadilinin yerini alsın diye sanki.
O zamanlar açığa çıkıyor bu coşku.
Taşıyorsun içinden. Kanayabilirsin de ya da başka türlü ama gözlerinden taşıyorsun.
Okuduğun kadın da coşkudan delirmiş.
Delirmeden bu kadar durmaz zaman, donmaz hisler, izin vermezler böylesine tasvir edilmeye.
Ancak bir delilik halinde bu kadar berraklaşabilir her şey.
Okuyorsun.
Coşkusu coşkuna karışıyor.
İmgeleri sendeki imgeleri kışkırtıyor.
İmgeleriniz buluşuyor.
İmgelerinizin boynuzları birbirine geçiyor.
Canınızı yakıyor bu.
Daha kuvvetli taşıyorsun gözlerinden.
Ama sevdiğinin yüzü bir an bile gölgelenmemeli.
Gözlerin bir an bile başka yöne bakmasın istiyorsun.
Bu an sonsuz değil biliyorsun, bir "an" sadece.
Zor bir seçim.
Ya kalkıp gideceksin, içini tekrar taşabilsin diye boşaltacaksın.
Ya da taşanları görecek, gölgelenecek, belki o "an" bitiverecek.
Hem belki bir daha hiç kucağına gelmeyecek o ılıklık.
Kendini çekmesini göze mi alacaksın?
Yapamazsın ki, biliyorum.
Kalkıp telaşlı adımlarla banyoya atıyorsun kendini.
"Oh, bir şey fark etmedi."

6 Mart 2012 Salı

Arr-zu

"Arzu nesnesinin bireyselleşmesi"
Nasıl bir süreç ki bu? Onu, şunu, bunu, beni değil de "sen"i arzulamak.
Arzunun yerine getirilmesinin verdiği haz sonra. Ama bu haz öyle çok da peşine düşülecek bir şey olmayabilir. Çünkü diğer bütün hazlar onun yanında güdük kalabileceğinden yanında başka yeşilin bitmesine izin vermeyen çam misali kurutabilir etrafını. Bu "aşk" değil. Bunu aşkla karıştıranlar aşık olmayı, aşkı nasıl öğrendiklerini bir gözden geçirmeli. Aşk, kuraklığı da bol verimi de içerir. Onu yalnızca kuraklıkla özdeşleştirmek olsa olsa kendini bir türlü verememek, vermekten kaçınmak için yapay bir kuraklık dönemi yaratarak kendini geri çekmeye bahane bulmak olabilir. Aşk söylenegeldiği üzere cesaret işidir. Kendini verebilmek için kendini görmekten korkmamak gerekir. Bastırdığın, karşılaşmak istemediğin şeylerin bilinciyle nasıl aşık olabilirsin? Ne zaman aşk kokusu alsan kuraklıkla o kokunun üstesinden gelirsin.
Ah, arzu diyorduk. Aşka nasıl geldik...
Evet, arzu nesnesinin bireyselleşmesinin ve doyurucu hazzın tek kaynağı haline gelmesi halini aşkı bu tür bir "tutsaklıkla" karıştıranların çarpık olarak adlandıracağım aşk kavrayışlarına benzerliğinden.

Arzu nesnesinin bireyselleşmesi ama tekilleşmemesi ya da farklı arzuların ve bu farklı arzuların nesnelerinin sürekli gündemde tutulması, gerekirse hazzın ara sıra ötelenip çoklu arzulamalara doğru kişinin kendini eğitmesi hazzı uzun erimli kılmanın bir yolu olabilir.
Her şey başka olabilir ve bazı şeyler üzerinde çalışılmakla değiştirilebilir.

buğ-u

Yazmaya kışkırtır insanı buğulu camlar.
İlk ne yazarsın buğulu bir cam görünce?
En sık akşama doğru mutfakta yemek pişerken mutfak camının buğusu cezbederdi.
Bir de okul dönüşü otobüsleri var.
Taa oradan kalma...
Hep isimler yazılırdı.
İsim dediğin nedir ki?
İsim değil onlar, isimleşmiş hisler.
Kimi zaman narsistik kimi zaman platonik.
Ama gönül ister ki hep didaktik.