Coşkunun bundan daha saf bir hali olabilir mi?
Sevdiğinin elinde bir kitap, uzanmış, başı senin kucağına oturmuş.
Senin de elinde bir kitap, şiir. Kah okuyorsun kah gözlerinin görebildiğine kadar onu izliyorsun.
Saçlarını, alnını, burnunu, yanaklarını, dudaklarının bir kısmını.
Kitabı tutan parmaklarını, gergin kollarını.
Hiç sıkılmadan, defalarca, anadilinin yerini alsın diye sanki.
O zamanlar açığa çıkıyor bu coşku.
Taşıyorsun içinden. Kanayabilirsin de ya da başka türlü ama gözlerinden taşıyorsun.
Okuduğun kadın da coşkudan delirmiş.
Delirmeden bu kadar durmaz zaman, donmaz hisler, izin vermezler böylesine tasvir edilmeye.
Ancak bir delilik halinde bu kadar berraklaşabilir her şey.
Okuyorsun.
Coşkusu coşkuna karışıyor.
İmgeleri sendeki imgeleri kışkırtıyor.
İmgeleriniz buluşuyor.
İmgelerinizin boynuzları birbirine geçiyor.
Canınızı yakıyor bu.
Daha kuvvetli taşıyorsun gözlerinden.
Ama sevdiğinin yüzü bir an bile gölgelenmemeli.
Gözlerin bir an bile başka yöne bakmasın istiyorsun.
Bu an sonsuz değil biliyorsun, bir "an" sadece.
Zor bir seçim.
Ya kalkıp gideceksin, içini tekrar taşabilsin diye boşaltacaksın.
Ya da taşanları görecek, gölgelenecek, belki o "an" bitiverecek.
Hem belki bir daha hiç kucağına gelmeyecek o ılıklık.
Kendini çekmesini göze mi alacaksın?
Yapamazsın ki, biliyorum.
Kalkıp telaşlı adımlarla banyoya atıyorsun kendini.
"Oh, bir şey fark etmedi."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder