30 Eylül 2012 Pazar

Yersiz Yurtsuz Sisifos

Sisifos'un kayası çalınsa ve sonra uyandığında kendini bir çölün ortasında bulsa ne yapardı Sisfos?
Ne yapmalıyım?

27 Eylül 2012 Perşembe

U-mut.

Umudum ne zaman tükenecek. Çok aptal hişssediyorum kendimi. Önceden belki ufacık şeyler vardı büyük umutlara evrilttiğim ama artık onlar da yok. Toparlanıp gittiler, bir anda da değil, izledim gidişlerini işte. Ama hala nereden umut çıkarıyorum ki? Neden yirmi yıl sonrası için hayaller kuruyorum; 20 yıl daha bu yaşama katlanamayacağıma bu kadar eminken hem de. Bırakmak istiyorum hepsini olduğu yerde. Öylece kalakalsınlar. İki ayrı kalakalan olalım, parçalanalım istiyorum. Umut etmek hep zavallıca gelmiştir ama işte bazı anlarda haşmetli bulduğum da oldu. Şimdi öyle değil, artık değil. Neden vazgeçemiyorum umuttan? Burası olmayı hayal ettiğim yer değil. Her şeye gücüm var da neden çekip gitmeye yok?

Sende kaldım ben.

22 Eylül 2012 Cumartesi

Düşş

Her seferinde daha yüksekten çarpmak istedin beni yere.
Neye yarayacaktı ki?
Ölen bir daha ölemez.

İlk sen öpmüştün beni...

Kimseye ihtiyacım yok,
Eve sağ salim dönmek için.
Masamda oturup başka bi yere birlikte gitmeyi teklif edenleri başımdan savmak için. Bu sırada vücudumun dokunmalarından hiç hoşlanmadığım yerlerinde ellerini gezdirseler bile.
En karanlık yerlerde koluma yapışıp "Dakikalardır sizi takip ediyorum, lütfen" diyenleri durdurmak için.
"Neden bu kadar sertsin?" diyenleri susturmak için.
Taksiye binmeden evime varmak için.
Çünkü bir zamanlar eve tek başıma gidemeyeceğimi sandığımda "Biliyorum gelebileceğini, sabırsızlıkla seni bekliyorum, kendin yapabilirsin." diyen birisiyle karşılaştığımdan belki.
Kimseye ihtiyacım yok.
Tek başıma, dakikalarca yürüyerek ve bu dakikaların her anında birden fazla kişi tarafından takip edilerek geldim işte!
Huzursuz olduğum anlarda yanımda olmayanların nispeten huzurlu olduğum anlarda söz hakkı hiç yok.
Üzülmeye hakları da yok.
Ben buradayım, hiç kaçmadım, kaçmayacağım.
Kafam nasıl olursa olsun. Ben de zor zamanlar geçirdim. Benim de travmalarım var. Kimseye ödetmeye çalışmadım, onlar ödemeye ne kadar kararlı olursa olsun.
Bu gece birisinden not etmiştim ve çalıyorum: "Dudaktan öpüşenler hiçbir zaman ağızdan öpüşmezler. Oysa ki dudaktan öpüşenler ağızdan öpüşmenin tadını hiçbir zaman bilemeyecekler."

Hepsi bir gecede oldu. Bu daha başlangıç.

18 Eylül 2012 Salı

İzmir

Her seferinde farklı bir şehre gider gibiyim, oysa hep aynı İzmir. Hep yeniden anlamlanıyor, bambaşka hisler bambaşka anılarla geçiyorum, dönüyorum. Yalnız da dolaşsam sokakları yanımda hep bir eşlikçim oluyor. Bu eşlikçi genellikle bir sevgili ya da sevgilinin kaybının yası oldu hep. Her seferinde anlatıp durdum geçtiğim yerlerin bendeki gölgesini en başta beni daha iyi tanısınlar, anlasınlar diye. Her anıyı, her anı. Eğer yassa eşlikçim, bu sefer o tanınamamışlık, anlaşılamamışlık, gerçekleşemeyen planların hüznü ve hesap sorma isteği ağır basıyor. Bu sefer olabilecek olanları anlatıp duruyorum... Bu sefer de işte artık gerçekleşemeyecek hayallerin ağırlığı yüreğimde dolaşıp durdum. Başka bir şehir oldu İzmir bir kez daha

14 Eylül 2012 Cuma

Değişmeyen

Çok yaklaştığımızı düşünmüştüm. Oysa biz kıpırdadığımızdan değil dünya döndüğünden hareket ediyormuşuz gibi geliyormuş.

11 Eylül 2012 Salı

8 Eylül 2012 Cumartesi

Mutlu olmak için uğraşmak gere..

Kendini rahatlatmak için bulduğun bahanelerden bile tanıyorum seni. Umarım onlarla hep rahatlarsın. Yoksa (bu kez korkan benim, korkarım demeliyim) çok üzüleceksin.

6 Eylül 2012 Perşembe

Hasretin.

Sana eski diyemem.
O kadar ölüsün ki
eskiyemezsin
gelemezsin
unutulamazsın
yok da sayılamazsın.
Bir "an" deyip geçemem de.
Artık geçilemezsin.
Çok cılızsın ama
bende büyüdün.
O kadar ölüsün ki
Artık büyüyemezsin.
2.9.2012

2 Eylül 2012 Pazar

Dalgınlıklarım oldu.

Çok güzel bir bebek. Öyle güzel ki kucağımdan indiremiyorum. Sarıp sarmalıyorum sürekli. Ama bir yandan da etraftan çekiniyorum. "Senin bebek zamanın gelmiş." diyecekler diye. İçten içe bir anlık da olsa ben de öyle düşünüyorum aslında ama istemiyorum temelde, bunu da biliyorum. Garip bir dalgınlık var üstümde. Mesela bebeğin altının değişmesi gerekiyor. Açıyorum bezini. Yeni bezi seriyorum, bebeği de üstüne yatırıyorum ama cırt cırtlarını kapatmadan bırakıyorum öylece bebeği. Kalkıp başka bir işe gidiyorum. Sonra o sırada aklıma geliyor bebek. Düşmüş olabilir. Panik halde koşup bakıyorum ki hiç bir şey yok. Bu şekilde bir kaç kez panikliyorum ama sonuçta bir şey olmuyor bebeğe, zire sürekli gelişiyor bebek. Mesela bu yeni doğmuş bebek benim söylediğim kelimeleri tekrar etmeye başlıyor. Hem de giderek daha başarılı bir şekilde. Herkese gösteriyorum: Bakın nasıl da konuşuyor, çok akıllı bir bebek bu. Cinsiyeti kızdı yanılmıyorsam. Öyle güzel bir gülüşü var ki.. Sonra sütlü nescafe içirmeye başlıyorum bebeğe kaşıkla. İçine de pötibör bisküvi ufalıyorum daha doyurucu olsun diye. Yeni doğmuş bebek ama yiyebiliyor bunları. Belki de neredeyse yeni doğmuş. Ama 6 aylıktan küçük olduğu kesin. Sanırım ilk kucağıma aldığımda gaz da çıkarıyordu. Hem de çok rahat bir biçimde ve kendi kendine. Epey eğlendirmişti çıkardığı büyük sesler hepimizi. Hepimiz kimiz bilemiyorum. Annem var, işte ondan çekiniyorum bebek sahibi olmak istediğimi düşünecek diye. Bu arada bebek anneminmiş. Kardeşimmiş yani. Diğer kardeşim de vardı haliyle. Kıskanmasın diye onu da sevme sürecime katmaya çalışıyorum bir yandan.

Pötibör bisküvili nescafe içiyoruz ama bir terslik var. Ben bir süre sonra bebeği kupanın içine bırakıyorum. Oynarken kendi kendine yer diye. Biraz zaman geçiyor, ne alemde diye bakayım diyorum ki bebek kupada görünmüyor. Kupayı karıştırıyorum ve evet, bebek içine batmış kupanının. Bu kedi yavrusu büyüklüğünde bebeği çıkarıyorum, çok korkuyorum ölmüş olmasından. Ama ölmemiş, nefes alıyor. Şaşkınım, nefes almadan dakikalar geçmiş ve o hala nefes alıyor. "Ne güçlü şu bebekler." diye düşünüyorum. Ama birazdan aynı hatayı tekrarlıyorum. Tekrar kupaya koyuyorum bebeği ve başka işlere bakıyorum. Bu sefer daha uzun süre sonra aklıma geliyor bakmak. Kupaya doğru giderken aynı hatayı nasıl tekrar yaptığımı soruyorum kendime, aklımı kaçırmış olmalıyım ölecek bebek, ne yaparım o zaman. Ağlamaklı bir şekilde kaşıkla kahveyi karıştırarak buluyorum bebeği kahvenin içinde. Bu sefer rengi biraz morarmış. Bağırıyorum: Yardım edin, boğuldu, nefessiz kaldı, ne yapmalıyız, kahvenin içine düşmüş noolur yardım edin!" Önce gögüs kısmına baskı yapıyorum, kalp masajı yapar gibi. Sonra yüzüsütü çeviriyorum, su yuttuysa çıksın diye. Ve su mu çıkıyor gaz mı çıkarıyordu hatırlamıyorum ama nefes almaya başlıyor. Yaşıyormuş.

Bütün bu anlar boyunca göğsüme bir sevgili gibi kafasını gömmüş ve beni sarmış kedimi duyumsuyorum ara ara.

1 Eylül 2012 Cumartesi

Var-yer

Aşk kendinden kaçan, kendiyle hiç tanışmamış insanları zayıf düşürür yalnızca. Çünkü o öyle güçlüdür ki insan çırılçıplak, kendisiyle başbaşa kalır karşısında. Aşık, her şeyin üstesinden gelebileceğini düşündüren bir güçle donanıverir. Acizliğini gizlemek için kendini karikatürize bir kendiyle barışıklığa, umursamazlığa başvuran kişi ise asla anlayamaz bu mücadele gücünün nereden geldiğini. İçten içe de kıskanır. Bunu gizlemek içinse dalga geçmeye başlar. Aşka bağımlılık der, tutsaklık der, hayatının elinden alınması gibi davranır. Aşığın çabalarını da bunların emaresi olarak görür. Bilir içten içe onun asla bir şey uğruna bu denli güçlü ortaya koyamayacağını kendisini. Hisleri de kendisi gibi cılız ve acizdir. Utanır, ne varsa gizler. Hem apaçık iradesizdir, kafa tutamaz, direnemez, hiçbir şey yapamaz hem de kimilerine ya da kimi anlarda tam tersi izlenim bırakmayı başarır. İnsan bir an umutlanır, paylaştıkça büyüdüğünü sanır paylaştığını sandıklarının. Oysa hepsi elinde kalmıştır.

Kurtuluşunun aşkta, aşka kendini bırakmakta olduğunu bir an olsun duyumsasa bile yapamaz. Kendiyle yüzleşmeye gücü olmayanların içine nasıl işlesin ki aşk?

Ama aşk unutmaz; kalır en çetin savaşlardan, en zorlu mücadelelerden geriye parıl parıl. O kendi ayakları üzerinde durabilen, başıboş ve otonom bir histir. Kimseye ihtiyacı yoktur. Bu yüzden yalnızlıktan ve terk edilmekten en çok korkanlardır aşık olamayanlar.

Bir mucize olmazsa bütün bunları asla itiraf edemeyecekler. Köşe bucak saklayacaklar olası tüm delilleri. Bir ergenin günlüklerini annesinden saklaması gibi saklayacaklar düşlerini. Ellerinden tutulduğunda güç verebileceklerini sananlar maskeleri bu denli çok ve kalın olmayanlardır. Empati bile kuramazlar bu iç içe kesişen halkaların insanlarıyla.

Ben senin maskelerinin kıvrımları arasından ara sıra sızan küçük parıltılara aşık oldum. Bir İstanbul gecesinde parlamışlardı ilk. Büyülenmiştim. Ankara'da hep kaçak dövüştün, seninle uzaklara gitmek isteyişim bundandı. Ama o bazı sabahlar ve bazı geceler... Heyecanlanırmış gibi olduğun anlar, çocukluğun...

Çok koşturdun beni, soluklanamadık birlikte bir nefes.